|
|
Bizans
döneminden beri İtalyanlar Anadolu’ya karşı büyük bir ilgi göstermişler
ve bu ilgi, Türklerin Anadolu’ya gelişleri ile iyice artmıştır.
Nitekim, Akdeniz’de pek çok savaşın sürdüğü bir dönemde, İtalya’da
o zamanlar ayrı birer şehir devleti olan Pisa, Genova, Venedik ile mükemmel
düzeyde karşılıklı ilişkiler kurulmuştur.
Osmanlı
İmparatorluğu zamanında ilişkiler daha da güçlenmiştir. O devirde tüm
Akdeniz ülkeleri birbirleriyle çatışma halinde iken, İtalyan ve Türk
halkları deniz yolu ile kültürel ve ticari ilişkilerini sürdürmüşlerdir.
Apenin yarımadasındaki devletler arasında ön plana çıkan Venedik ile
ilişkiler 1381’de başlamıştır. Osmanlıların Avrupa’ya geçmeleri
gerektiğinde Ceneviz ve Venedik'in gemilerini Osmanlı Devleti’ne
kiralayarak tahsis etmeleri ile bu ilişkilerin kapsamı genişlemiştir.
Doğulu tüm tüccarlar, Avrupa’ya Osmanlı İmparatorluğu’nun hoşgörülü
tutumu ve politikası sayesinde ulaşabilmişlerdir. Anadolu’nun olağanüstü
güzellikteki halıları Floransa saraylarını süslerken, İtalyan
bankerleri de Anadolu’da faaliyette bulunmuşlardır.
İtalyan
kültürüne hayran olan Sultan II. Mehmet (Fatih) döneminde ilişkiler
en üst seviyesine ulaşmıştır. Sultan II. Mehmet döneminde ilk “Karşılıklı
Sınırdışı Etme Anlaşması”nın Osmanlı İmparatorluğu ile
Floransa Devleti arasında düzenlenmesi bu konuda önemli bir örnektir.
Nitekim, Medici ailesine karşı gelerek, aileden Lorenzo’yu öldüren
ve İstanbul’a kaçan bir Floransalı, bu anlaşma sayesinde Sultan
tarafından Floransa’ya iade edilmiştir. İtalyan ressam Bellini’yi
sarayına davet ederek, portresini yaptıran ilk padişah da Fatih Sultan
Mehmet’tir.
Diğer yandan, Fatih Sultan Mehmet dönemi ile
birlikte Osmanlı İmparatorluğu, yükselme ve genişleme sürecine girmiştir.
15-18. yüzyıllar arasında Akdeniz’de biri doğu/Müslüman, diğeri
batı/Hristiyan dünyalarının temsilcisi olarak Osmanlı ve Venedik iki
büyük güç halinde tarih sahnesinde yerini almıştır. Bu dönemde ilişkiler,
her iki tarafın değişen çıkarlarına göre kimi zaman çatışma,
kimi zaman da işbirliği ortamında devam etmiştir. Her iki devlet de
Akdeniz’in denetimini ele geçirmek için mücadele etmiştir.
Türklerin
esas olarak, İtalya yarımadasına ayak basışları, Napoli krallığının
elindeki Otranto kalesinin 1480’de alınışı ile gerçekleşmiştir.
Fatih’in ölümü üzerine oğulları II. Beyazıt ile Cem arasındaki
taht çekişmesi çerçevesinde Beyazıt, kaleyi alan Gedik Ahmet Paşa’yı
geri çağırtmıştır.
II. Beyazıt’ın tahta geçişi ve Cem
Sultan’ın Rodos şövalyelerine sığınması, buradan Fransa ve
Vatikan’a kadar
uzanan, Napoli’de ölümü ile son bulan yolculuğu, gerek kendisi gerek
Osmanlı için talihsiz bir
olay olmuştur.
|
Sant’Angelo Şatosu
(Castel Sant’Angelo)
|
Avrupa Hristiyanlığının elinde
siyasal bir koz olarak kullanılmak istenen Cem Sultan’ın, yaşadığı
esir hayatının son dönemlerinde bir süre, Tiber nehrinin
kıyısındaki Castel Sant’Angelo’da konakladığı bilinmektedir.
Türk-İtalyan ilişkileri, Kanuni Sultan Süleyman ve
II. Mahmut dönemlerinde
de aynen devam etmiştir. Bu dönemler itibariyle Osmanlı İmparatorluğu
ile Venedik Devleti arasında iyi siyasi, hukuki, ticari ve kültürel ilişkilerin
sürdürüldüğü, hatta 16. yüzyılda Venedik Devleti Dükası (Doge)
olan Andrea Gritti’nin Kanuni Sultan Süleyman ve Osmanlı sarayı çevreleriyle
çok yakın kişisel ilişkileri olduğu bilinmektedir. Venedik öncülüğündeki
Haçlı donanması ile Osmanlı donanması arasında İnebahtı savaşı
(1571) sırasında dahi Venedik Elçisi Barbaro’nun İstanbul’da
ikametini sürdürmüş olması tarihçilere ilginç gelen konular arasındadır.
Zaman zaman aksine durumlarla karşılaşıldığı görülmüş ise de, Osmanlı İmparatorluğu, kapılarını İtalyanlara ve
Avrupalılara açık bulundurmuştur. Venedik Elçileri, serbestçe
hareket edebilmişlerdir. Papalık temsilcileri ve özellikle İtalyan
papazların Osmanlı topraklarında yerleşmiş olduklarını gösteren
kiliseler hala mevcuttur ve Türkiye’deki bu kiliseler, hoşgörüyü
simgelemektedir. Osmanlı dönemindeki çatışmalarda karşılıklı esir
düşenlerin, gerçekte esir sayılmayarak kaldıkları topraklarda yerleştikleri
de bilinmektedir.
1479’da imzalanan bir anlaşma çerçevesinde İstanbul’da daimi olarak
ikamet edecek olan Venedik Elçisine, Osmanlı Devleti’nde yaşayan
Venedik vatandaşları üzerinde yargı (kaza) yetkisi dahi tanınmıştır.
O zamanki adı “Balyos” olan Venedik Elçisi’nin Taksim’deki büyük
konağıyla (Venedik Sarayı) Pera (Beyoğlu) yaşantısına kattığı
renk, anılarda yerini korumaktadır. İlk kez 1524’de Venedik Elçisi
tarafından İstanbul’da yaşayan İtalyanlar için bir bale gösterisi
düzenlenmiştir.
Sultan II. Mahmut devrinde subaylar, müzisyenler, doktorlar gibi çeşitli
çevrelerden pek çok sayıda İtalyan, Osmanlı Devleti’nde ikinci bir
vatan bulmuştur. 1827 yılında II. Mahmut tarafından, İmparatorluk
orkestrası (Muzika-ı Hümayun) şefi olarak davet edilen Giuseppe
Donizetti (ünlü İtalyan opera bestecisi Gaetano Donizetti’nin kardeşidir)
ve onunla birlikte İstanbul’a giden çok sayıda İtalyan müzisyeni,
bu gelişmeye bir örnek teşkil etmektedir. Donizetti, orkestrayı, ölümüne
kadar 28 yıl süreyle yöneterek, bugünkü İstanbul Senfoni Orkestrası’nın
da temellerini atmıştır. Padişah tarafından Paşa ünvanı ile ödüllendirilen
Donizetti’den sonra da yine İtalyan şefler Angelo Mariani, Pisani ve
Callisto Guatelli (Paşa) anılan orkestrayı yönetmiştir.
İstanbul tiyatrolarında, İtalyan operaları ve özellikle Verdi’nin
eserleri sıkça sergilenmiştir. İlk opera ve tiyatro binası olan ve
Osmanlı döneminde halka açılan ilk operet ve müzikli oyunun
sahnelendiği Galatasaray’daki Fransız Tiyatrosu’nun 1839’da
Giustiniani adında bir Venedikli tarafından yaptırıldığı,
1841-42’de Pera’da ikinci tiyatronun İtalyan bir cambaz olan
Bosco’nun kurduğu Bosco tiyatrosu olduğu, 1842’de Donizetti’nin
“Belisario” isimli yapıtının ilk sahnelenen opera olduğu,
1844’de Lucrezia Borgia’nın (Cem Sultan’ı elinde tutan Papa
Aleksandre Borgia’nın kızının adını taşımaktadır) oynandığı
bilinmektedir.
Pek çok İtalyan ressamı ve mimarı da İstanbul’da eserler vermişlerdir.
Bunlar arasında, Şeyh Zafir Külliyesi’nin mimarı Raimondo D’Aronco
önemli yer tutmaktadır. 1896 yılında İstanbul’a gelen D’Aronco,
Sultan tarafından şehrin anıtsal yapılarının onarımında görevlendirilmiştir.
Bu eserler günümüzde, pek çok turistin hayranlığını kazanmaya
devam etmektedir. Giulio Mongeri, Guglielmo Semprini, Gaspere Fossati,
Vitaliano Poselli, Piero Arigoni de İstanbul ve İzmir'de pek
çok binanın mimar/mühendisleri arasındadır. Cumhuriyet döneminde
heykeltraş Pietro Canonica da Atatürk büstleriyle ünlenmiştir.
İtalyan ressamlar arasında Bellini ile birlikte anılan ikinci bir isim
Fausto Zonaro’dur. II. Abdülhamid tarafından saray ressamlığına
getirilmiştir. 1891’de İstanbul’a giden Zonaro yirmi yıl kalmış
ve 1911 Türk-İtalyan savaşı nedeniyle San Remo’ya geri dönmüştür.
Zonaro, Mehmet Emin Yurdakul’un 1899’da yayınladığı “Türkçe Şiirler”
kitabını süsleyen resimler de çizmiştir. Sanayi-i Nefise Mektebi
kurulduğunda 1883’de İstanbul’a giden ve 1927’de ölümüne kadar
orada yaşayan bir diğer ressam da Leonardo de Mango’dur. Mango,
Akademi’de öğretim gürevliliği de yapmıştır.
Osmanlı-Türk toplum hayatında rastladığımız ve örneklerini daha da
çoğaltmamız mümkün olan İtalyan ressamlar gibi, İtalyan ressam ya
da tüccar tipleriyle Türk roman ve hikayelerinde de karşılaşılmaktadır.
Özellikle Tanzimat sonrası eserlerde güzel sanatlar denilince akla
gelen ülke İtalya, sanatçılar olarak da İtalyanlar olmuştur. Abdülhak
Hamit Tarhan, Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil,
Ömer Seyfettin, Fakir Baykurt, Kemal Tahir ve daha pek çoklarının
eserlerinde bunu görmek mümkündür.
İtalyanca, özellikle İstanbul halkı tarafından benimsenmiş ve
denizcilik, müzik, ticaret ve bankacılıkla ilgili İtalyanca terimler günlük
hayata girmiştir.
Türk-İtalyan ilişkilerinin izleri İtalya’da da gözlenmektedir. Bugün
Otranto’da Gedik Ahmet Paşa’nın ismini taşıyan bir lokantanın müşterilerine
hizmet vermesi, Gedik Ahmet Paşa’nın İstanbul’a dönerken bölgede
bıraktığı askerlerin Napoli Krallığı’nda görev almış olmaları, Cenovalı Pedrables, Tommasini
ve Brevei ailelerinin asalet armalarının ay-yıldızdan oluşması,
Venedik’te ulusal kütüphanede bulunan “Codex Cumanicus” adlı sözlüğün
Türkçe-İtalyanca ve Farsça dilinde hazırlanmış olması, Türk
edebiyatı hakkında Avrupa’da yayınlanan ilk kitap olarak 1688’de
Venedik’te basılan Gian Battista Donaldo’nun “Letteratura Dei
Turchi” adlı eseri, Rossini’nin Fatih Sultan Mehmet’i konu aldığı
“Maometto II” adlı operası ve Bonarelli’nin “II. Solimano
(Kanuni Sultan Süleyman)” adlı trajedisi, Venedik’teki San Marco
meydanında bulunan bir kilisenin duvarında yer alan Osmanlı-Venedik tüccarları
arasındaki alışverişi yansıtan resim, 1621’de açılan ve iki yüzyıla
yakın bir süre Türk tüccarlara tahsis edilmiş olan Venedik’teki
“Canal Grande” üzerindeki binanın “Fondaco Dei Turchi (Türk Hanı)”
olarak anılması, Ferra’da Osmanlı Devleti’nde görev yapmış bir
İtalyan aileye ait binanın “Seraglio Turco (Türk Sarayı)” yazılı
bir levha taşıması, Avusturya sınırına yakın ve Türk köyü
olarak anılan Moena köyünde Viyana kuşatması sonrasında anılan köye
sığınan ve orada yerleşen yeniçeri askerinin anısına her yıl şenlik
düzenlenmesi, bu köydeki bir sokağın “Turchia (Türkiye)” adını
taşıması, ağaca oyulmuş bir Türk askeri, ayyıldızlı bir yeniçeri
büstü, iki taraf arasındaki ilişkilerin boyutunu yansıtmaktadır.
(Not: Moena'ya ilişkin fotoğraflar, Moena Belediyesi'nin internet
sitesinden veya anılan Belediye yetkililerinin katkılarıyla temin
edilmiştir. T.C. Roma Büyükelçiliği bu vesileyle Moena Belediyesine
teşekkür eder)
Yaşanan yoğun ilişkiler
manzumesi, İtalyan halk kültüründe de kendisini göstermiş ve Türklere
atfedilen bazı deyimler günlük hayata yerleşmiştir. Bu deyişlerden
sıkça rastlanabilenler şunlardır:
“Türk gibi sigara içmek (Fumare come un turco)”
“Türk gibi kuvvetli (Forte come un turco)”
“Anne, Türkler geliyor (Mamma li Turchi)”
“Türk gibi küfretmek (Bestemmiare come un Turco)”
|
Venedik’teki
Türk Hanı
(Fondaco dei Turchi)
Moena’daki
Yeniçeri büstü
Moena’daki
Türkiye (Turchia)
isimli sokak
Moena’daki
şenlikten görüntüler
|
İtalyan birliğinin kurulmasından sonra da, İtalya ile giderek artan ölçüde
yoğunlaşarak devam eden ilişkiler, İtalya’nın 1911’de
Trablusgarb’a saldırması ile bozulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun
Balkan Savaşı nedeniyle Trablusgarb’a müdahale edememesi sonucunda,
Trablusgarb ve Oniki Ada İtalyan hakimiyetine geçmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nı takiben Anadolu’yu işgal eden İtilaf
Devletleri arasında yeralan İtalya, Haziran 1921’de Anadolu’da işgal
ettiği yerleri terk etmiştir. Böylece, Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Anadolu topraklarını paylaşmak üzere anlaşan üç büyük
devlet arasında Türkiye ile iyi ilişkiler kuran ilk devlet İtalya olmuştur.
Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı’nın
sonunda İtalya ile Türkiye arasında dostluk ilişkisinin yeniden tesisi
sayesinde, iki ülke halkı birbirini daha yakından tanımaya ve farklılıklarını
değil, pek çok sayıdaki benzerliklerini hatırlamaya başlamıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında Roma’da, Osmanlı Büyükelçiliğinin yanısıra
resmi statüde bir Türk temsilciliğinin de bulunması geleceğin iyi ilişkilerinin
başlangıcına önemli katkı sağlamıştır.
Atatürk 10 Kasım 1938’de İstanbul’da vefat ettiğinde, cenaze törenini,
limana demir atmış olan bir İtalyan gemisinin mürettebatı da izlemiştir.
Atatürk devrimlerinin önemli unsurlarından birini, şeriat yasalarını bırakıp
laik yasalara geçmek teşkil etmiş ve yeni Türk Ceza Kanunu’na kaynak
olarak İtalyan Ceza Kanunu seçilmiştir.
Lozan Antlaşması’nın
imzalanması ile II. Dünya Savaşı arasındaki sürede Mussolini’nin
politikaları, son dönemde de terörist başı Öcalan nedeniyle, iki ülke
arasında zaman zaman sorunlu dönemler yaşanmış ise de, Türkiye ve İtalya
arasındaki ilişkiler karşılıklı anlayış ve ulusal çıkarlar
zemininde önemli bir sorun bulunmaksızın sürdürülmektedir. İtalyan
halkının genel olarak, Türkler gibi, tarihten düşmanlık yerine
dostluk çıkarmasını bilen bir halk olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır.
Bugünkü İtalyan Başbakanı
Berlusconi ve Hükümeti, Türkiye ile her alandaki ilişkilerin geliştirilmesine
büyük önem vermekte, bu çerçevede nüfusun çoğunluğu Müslüman
olan laik ve demokratik Türkiye’nin AB içinde yer almasını
desteklemektedir.
Son yıllar ortalaması itibariyle,
Türkiye’nin ihracatında İtalya üçüncü sırada, ithalatında ise
ikinci sırada yer almaktadır. İki ülke arasındaki turizm ilişkisi
mevcut imkanları yeterli ölçüde yansıtmamakla birlikte önemli bir düzeydedir.
Kültürel ilişkiler, imzalanmış olan Anlaşma ve Programlar, kardeş
şehir ilişkileri, yoğunluğu bir hayli fazla bireysel temaslar aracılığıyla
karşılıklı çeşitli etkinliklere katılım, ortak düzenlemeler, öğrenci
değişimi ve burs teatisi ile giderek gelişen bir çizgide sürdürülmektedir.
|