Halit Fuat Alllam: «Avrupa
Entegrasyonu kapılarını Türkiye'ye kapamasın»
La Repubblica, 03.12.2004
AB
birkaç gün içerisinde Türkiye’nin olası katılımı için müzakerelerin
başlatılmasına ilişkin olumlu ya da olumsuz bir karar vermeye hazırlanırken
-ki yaşlı kıta ve tasalı bir asrın kaderi adına ağır olacak bir karar-
tartışmaların zayıflığı gibi, Emma Bonino’nun radikallerinin verdiği
mücadele istisna tutulursa, bugün Avrupa’nın Türkiye vakasının gerçek
boyutlarını görememe riski de şaşırtıcıdır.
Öncelikle söz konusu
sorun, derin bir değişimin yaşandığı bir dünya içerisinde ortaya
konulmaktadır. Globalleşme çağında yaşıyoruz ve onun kaçınılmazlığını
pazarlar aracılığıyla fark ediyoruz. Tüm her şey baş döndürücü bir
hızla gelişirken, toplumumuz, artışı endişe yaratacak bir şekilde yeni
sembolik sınırların ötesine geçti: Bunlar artık coğrafi olmayan, bugünkü
kültürel, dilsel, etnik ve doğal olarak dinsel farklılıkları yansıtan
ve açıklayan sınırlardır. Balkan Savaşları ve Berlin duvarının 1989 yılında
yıkılmasından bu yana, modern politikaların üzerine inşa edildiği
kavramsal yapının adım adım değiştiğine tanıklık ediyoruz. Bu arada eşitlik,
evrensellik ve özgürlük üçlüsünün yerini de yavaş yavaş etni, dil ve
din üçlüsü alıyor.
Avrupa bu tarihsel ve
kavramsal değişiklikleri bir yüzyıl içerisinde tam üç defa yaşadı:
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile Balkan Savaşı... Çözüm
demokrasi, özgürlük, hümanizm ve temel hak ve hürriyet prensiplerine
dayanan Avrupa’nın bizzat kendisi tarafından sunuldu. Temelleri kimliğine,
ırk çeşitliliğine, Hıristiyan-Yahudi köklerine dayalı yegane ve ama çok
renkli bir Avrupa ortaya çıktı.
Bununla beraber
jeopolitik, artık ülkelerin birbiriyle savaştığı toprak konusu üzerine
değil, kültürler ve halklar arası çok renkli bir topluluğun yapıcı
prensiplerine dayanmaktadır. Bugün Türkiye’nin Avrupa’ya katılımına
karşı gelenler, özgürlük ve kültür hümanizmini telaffuz ederken, gerçekte
Avrupa halklarının önemli bir bölümüne katılınmasını yani renkliliği
engelliyorlar: 17 ila 20 milyon arasında Müslüman’ın yaşadığı
Avrupa’da, neden Türkiye vasıtasıyla bir “Avrupa’da İslam sorunu”
ortaya konuluyor? Türkiye’nin dışarıda bırakılması yeni asrın üzerinde
çok ağır etkiler yaratabilir; çünkü bu Türkiye’yi Avrupa’dan ayıracak
bir sınır oluşturmanın yanında, Avrupa’yı İslam’dan ayırma riskini
de doğurabilir...
Türkiye sorunu, esasen Türkiye-Avrupa
ilişkilerinin uzun geçmişi olan bir sorun olduğu halen anlaşılmadığı
ya da anlaşılmak istenmediğinden, Avrupa için iki büyük probleme yol açıyor:
Müslüman halkın yönetimi ve bugüne kadar ciddi anlamda başarısız olmuş
entegrasyon mekanizmaları..
Bir başka olumsuz sonuç
da, Türkiye’nin katılımının geri çevrilmesiyle müslüman Avrupa
vatandaşlarının aslında Avrupa’nın “müslümanlar ve diğerleri”
ayrımı yapmaya ne kadar meyilli olduğunu net bir şekilde görecek olmasıdır:
Çünkü Türkiye’nin reddi tamamen, “Türkiye Nato’ya katıldığından
bu yana politik anlamda Avrupalı olsa da, sosyolojik açıdan ‘yabancı’
yani müslümandır” fikrinden yola çıkıyor. Bu cümleler, bir ön yargının
da ötesinde, bu ülkenin tarihinin tamamen gözardı edildiğini açıkça
ortaya koymaktadır. Madem ki bin sekiz yüzlü yıllardan bu yana Türkiye’nin
Avrupa’ya yakınlaşması sorunu ortaya atılıyor, bu da demektir ki Türkiye
Avrupa’yı hayal etmek için AB’yi beklemedi! Buna edebiyatı, sanatı ve
hatta politikaları şahitlik ediyor; yani Tanzimat döneminde Osmanlı İmparatorluğu,
öncelikli olarak zamanın modern Avrupa’sını kendine ilham kaynağı
olarak almamış mıydı?
Avrupa’yı reddeden Türkiye
değildir bilakis onu Avrupa reddetmiş ve bir kenara itmiştir. Saplantı
haline gelen şeriat meselesinin ve islami köktendinciliğin belirleyici olduğu
bir dönemde, Türklerin Osmanlı İmparatorluğunda dahi imparatorluk hukuku
olan laik hukuk -kanuniye- ile İslam hukukunu -şeriat- birbirinden ayırt
edebilmiş olduklarını hatırlamakta yarar var. Bu, İslam geleneğine sahip
ülkeler için laik hukukun desteklenmesinin ve demokratik siyasi düzen içine
aktarılmasının mümkün olduğu anlamına gelir.
Ancak düşünülmesi
gereken bir başka mesele daha var: AB’ne katılmış bir Türkiye, Avrupa için
oldukça karmaşık ve geniş bir jeopolitik çerçevede genişleme olasılığı
anlamına gelmektedir. Bu ayrıca, ekonomik ve kültürel anlamda Avrupa’nın
gerilediği bir dönemde, Avrupa, Asya ve Arap dünyası arasında bir köprü
vazifesi görmesi anlamına da gelebilir. Geçmişte bu genişleme Asya ve
Arap dünyasında sömürge gücü sayesinde sağlanırken, günümüzde yeni
Avrupa jeopolitiği “arabirim (interface) ihtiyacını” doğurmaktadır ve
bu rolü bugün oynayabilecek olan da Türkiye’dir.
Düşünülmesi gereken
bir husus daha var: Avrupa’daki müslüman nüfusu için din adamlarının eğitiminden,
dinin çağdaş yorumlanmasına yabancı olan ve sadece geri kalmış ülkelerde
öğrendikleri islam politikasının dilini bilen ya da eğitimi olmayan bir
takım imamlardan bahsedilirken, AB’ne katılmış bir Türkiye -üniversitelerimizle
işbirliği içinde- bu defa gerçekten de Avrupalı olan imamların eğitimini
sağlayabilir.
Dolayısıyla risk büyüktür
ve Avrupa’nın yapılanması üzerindeki tartışmaların 21. yüzyıldaki
gelişmeleri belirleyeceği dikkate alınarak, verilecek kararın etkisinin
hesaplanması gerekecektir. Mesele İslam’la ya da İslamsız olmak değildir;
Mesele bugün gerçekte tek bir şeyin bizi ayırdığıdır; yani kimin
demokratik olup, kimin olmadığıdır. Demokrasiyi bin bir güçlükle, adım
adım kurmaya çalışan birini reddetmek onun içinden umudu koparıp almak
anlamına gelir.
|