Soru:
Brüksel tarafından öngörülen kriterleri yakalamak amacıyla Ankara Hükümetince
son aylarda sergilenen takdire şayan çabaya rağmen, asil Türkiye
Cumhuriyeti Avrupa Birliğinin önümüzdeki dönemde Doğu’ya yönelik genişlemesi
çerçevesinde seçilen ilk aşama ülkeler arasında yer almamaktadır. Sizce,
bu “mevcut” durumun göreceli olarak kısa bir süre içinde AB’nin ,
Batı’nın ve Türk halkının çıkarına değişmesi mümkün olabilir mi?
Cevap:
Her aday için Kopenhag kriterleri geçerli ise ve AB çifte standart uygulamıyorsa,
Türkiye’nin müzakere tarihi alması gerekir. Aksi halde Türkiye
uluslararası saygınlığa sahip olması gereken bu örgüte olan güvenini
kaybedecektir. Türkiye’nin üyelik süreci 1963’te başlamıştır ve 40
yıldır devam etmektedir. Artık AB, Türkiye’ye yönelik tutumunu açıkça
belirlemeli, bir takım sözde gerekçelerin arkasına sığınmamalıdır. Türkiye’ye
müzakere tarihi verilip verilmemesi hususu, aynı zamanda AB için de bir
“samimiyet sınavı” teşkil edecektir. Müzakere tarihi verilmesi, Türk
halkının nihai üyeliğimize ilişkin kuşkularını dağıtabilecektir.
Soru:
Sizin zengin tarihi geçmişe ve engin uluslararası deneyime sahip büyük ülkeniz
AB’ne nasıl bir katkıda bulunabilir ve AB’den nasıl bir katkı alabilir?
Cevap:
Türk halkı, Osmanlı İmparatorluğu geçmişi de dikkate alındığında, yüzyıllara
dayanan bir siyasi, kültürel, ekonomik, sosyal deneyime sahip ve çok uluslu
yapılanmaya alışık bir halktır. Böyle bir birikimin AB içinde yer alması,
AB’ne ancak zenginlik katabilir. Türkiye, bulunduğu coğrafi bölge
itibariyle, geniş kitleler arasında etnik, dini ve kültürel uzlaşmayı sağlayabilecek
bir konumdadır. Böylesine stratejik bir yeri olan ülkemizi içine alacak
AB, Türkiye’nin aracılığıyla bu kitlelerle uzlaşma ve işbirliği fırsatına
sahip olabilecektir.
Soru:
Üretim ve mali kalkınmada kaydettiği gelişmeler açısından Türkiye
Cumhuriyeti memnuniyet verici bir görüntü sergilemektedir. Bize bazı
rakamlar verebilir misiniz?
Cevap:
Türk ekonomisi, Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan krizlerin ardından,
IMF ile belirlenen ortak program çerçevesinde düzelme eğilimine girmiştir.
Nitekim, GSMH 2001 yılında yaklaşık 148 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiştir.
2002 yılı henüz sona ermediği için kesin rakamlar veremeyeceğim. Seçimler
sonrasında kurulan hükümetin de ekonomik istikrara olumlu etkisi olduğu
kabul edilmektedir. Nitekim uluslararası finans kuruluşlarının görüşleri
de bu yöndedir.
Soru:
Paradoksal Kıbrıs sorununu kesin olarak çözümlemek için Ankara’nın
pragmatik önerileri nelerdir?
Cevap:
Kıbrıs sorununu başlatan taraf Kıbrıs Türk tarafı değildir. Ancak büyük
bir çelişki örneği olarak çözüm için sadece Türk tarafından katkı
beklenmektedir. Oysa yıllarca uluslararası alanda tanınmış olmanın
avantajlarından yararlanarak görüşme masasına oturup, müzakere ediyor görünen,
ancak her öneriyi reddeden, 1980’li yıllarda üniter devlet anlayışına
dayanan bir öneri dışında hiçbir öneri sunmayan taraf Güney Kıbrıs
Rum yönetimidir. Ayrıca GKRY, son yıllarda kendisine verilen AB üyeliği
perspektifi nedeniyle uzlaşmazlığını daha da arttırmıştır. Amacı, AB
üyeliğini elde ederek, Kıbrıs sorununu AB’ne ithal ettirmektir. Türkiye
ve Kıbrıs Türk tarafı, Ada’da 1974 öncesinde yaşananların bir daha
tekrarlanmayacağını garanti altına alacak bir çözüm istemektedir. Bu da
çözüm modelinin, serbest müzakereler zeminde ortaya çıkmasını, her iki
tarafca da kabul edilebilecek, kapsamlı ve kalıcı bir özellik taşımasını
gerektirmektedir. Ada’da iki millet arasında azınlık-çoğunluk ilişkisi
yaratılmamalıdır. 1960 Antlaşmalarıyla Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs’a
ilişkin olarak tesis edilen denge muhafaza edilmelidir. Ada’da iki halkın,
iki ortaklık devletinin eşitliği ve egemenliği temelinde inşa edilecek
yeni bir ortaklık yapısı içinde yaşayabileceğine ve işbirliği
yapabileceğine inanmaktayız. Ada’nın AB üyeliği, çözüm sonrasına bırakılmalıdır.
Bulunulan noktada, üçüncü tarafların Rum tarafına doğru mesajlar
vermeleri, bölgenin istikrar ve güvenliği için önem taşımaktadır.
Soru:
Yunanistan halen Türkiye’nin Birliğe üyeliğine taraftar değildir. İki
ülke arasındaki marjinal ihtilaflar, karşılıklı çıkarlara dayalı dostça
bir mutabakat çerçevesinde nihai olarak ortadan kaldırılamaz mı?
Cevap:
Türkiye, Yunanistan ile işbirliği yapmayı ve ilişkilerinde mevcut
sorunları diyalog yoluyla çözmeyi daima tercih etmiştir. Çağımız, işbirliği
ve uzlaşma çağıdır. Ancak, “tango” iki kişiyle yapılır. İşbirliği
ortamının hazırlanmasına Yunanistan da çaba göstermelidir.
Soru:
Orta Doğu’da yeni bir ihtilafın ortaya çıkmasının Türk ekonomisine
muhtemel olumsuz etkilileri öngörülebilir mi?
Cevap:
Her bölgede her ihtilaf, bölge ülkelerinin ekonomilerine olumsuz etki yapar.
İhtilaflı bölgelerden, yatırımcı kaçar, üretici kaçar, tüccar kaçar.
Ekonomi, güvene dayalıdır. İhtilaf ile güven birarada olamaz. Daha önce
yaşanan Körfez krizinin olumsuz etkileri Türk ekonomisinde hala kendini
hissettirmektedir. Küreselleşen dünyamızda Orta Doğu bölgesinde yeni bir
sorun, tabii ki sadece Türkiye’nin değil, tüm bölge ve diğer ülkelerin
ekonomisini olumsuz yönde etkileyebilecektir.
Soru:
Türkiye’de Euro ile yapılan uluslararası banka işlemleri Dolara nazaran
artış göstermekte midir?
Cevap:
AB bünyesinde Ortak Para Birimi’ne geçişle birlikte, Euro ile yapılan işlemlerde,
vatandaşlarımızın yoğun olarak AB üyesi ülkelerde yaşıyor olmalarının
da etkisiyle, doğal olarak bir artış kaydedilmiştir. Ancak serbest piyasa
kurallarının geçerli olduğu ve tam konvertibilitenin uygulandığı Türk
ekonomisinde ABD Doları da en az EURO kadar kullanılmaya devam etmektedir.
Soru:
İtalya, Türkiye’nin başlıca ticari ortakları arasında bulunmaktadır.
İki ülke arasında ekonomik ve kültürel alışveriş için mevcut durum ve
gelecek perspektifler nelerdir?
Cevap:
İki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler gelişerek devam
etmektedir. İtalya halen Türkiye’nin ihracatında üçüncü, ithalatında
ise ikinci ülke konumundadır. Bu birkaç yıl öncesine kıyasla son derece
memnuniyet verici bir gelişmedir. Biz her iki ülkenin de yararına dengeli
bir işbirliğinin devamından yanayız.
Öte yandan kültürel ilişkilerimizin
maalesef arzu edilen düzeyde olmadığını vurgulamak isterim. Dünyanın en
eski medeniyetlerine evsahipliği yapmış olan Anadolu ve İtalyan yarımadaları
hem tarihi hem de doğal güzellikler bakımından son derece zengindir. Bu
itibarla bu alanda daha fazla işbirliği yapılabilecek geniş bir potansiyel
bulunmaktadır. Kaldı ki, siyasi ve ekonomik ilişkilerin önemini yadsımamakla
birlikte, halkların birbirlerini tanımalarında en etkin yöntemin kültürel
alışveriş olduğunu düşünüyorum. Biz Büyükelçilik olarak bu konuya
önem vermekte ve imkanlarımız ölçüsünde çeşitli kültürel
etkinlikler düzenlemekteyiz.
|