Başbakan Erdoğan
Parlamentosunda zinanın suç olarak yeni TCK’nın kapsamına alınmamasını
sağladı. Dolayısıyla çekişme konusu da ortadan kalktı ve Brüksel de
Ankara’nın AB’ye katılma sınavıyla arasına artık engel koymuyor.
Zaten sahte bir sorunun sözkonusu olduğu da herkes için açıktı... Zina
aynı zamanda Avrupa’nın geçmişindeki ortak bir miras. Nitekim birçok kişi,
İtalya’da Anayasa Mahkemesi’nin sadece 1968 yılında zinayı ceza yasası
kapsamından kaldırdığını hatırlayacaktır! Bu tarihe kadar, zina yapan
kadın (sadece kadın) bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılabiliyordu.
Türk köktendincilerin zinayı yeniden suç saymak konusundaki anlaşılmaz
savlarına ilişkin büyük tartışma, daha kısa bir süre öncesine kadar,
zinadan suçlu olan bir kadına, "İtalyan köktendinciler" tarafından
da tıpkı bir suçlu gibi muamele edildiğini unutturuverdi. O halde burada
dini bir olay değil, insan hakları sözkonusu!
Bu bahanenin ortadan kalkmasının
ardından muhaliflerin gerçek nedenleri yavaş yavaş su üstüne çıkmaya
başladı. Wall Street Journal'a konuşan Raffarin, "İslam ırmağının
laikliğin yatağına girmesini istiyor muyuz?" dedi.
Şayet konu buysa, Avrupalılar
tasalandırıcı bir şizofreni örneği vermekteler... Bir taraftan etkin
sesler ılımlı İslam ile diyaloğu teşvik etmek için yükselirken, diğer
taraftan, çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte Atatürk’ten bu yana laik
kimliğinin şiddetli savucusu olan bir ülkenin AB’ye katılmasını
desteklemeye ilişkin tarihi bir fırsat belirdiğinde, saçma ve tehlikeli
bir İslam fobisi bu seslerden daha baskın çıkma tehlikesi arz ediyor.
Ve Türkiye’nin, onu İslami
terörizme göz kırpan o "alçak ülkelerden" çok uzağa, hatta açıkça
bunların karşına getirip koyan sorumluklarla birlikte halihazırda
NATO’nun üyesi olduğu da söylenmeli... Öte yandan İslami terörizmin, Türkiye’yi
kanlı saldırılarla hedef alması da rastlantı değil!
Economist'in geçen hafta
saptadığı gibi, "ılımlı" İslam ve demokrasinin nasıl olup da
uyum içinde birlikte olabildiklerinin açık bir örneğini teşkil eden Türkiye’ye
verilecek bir "hayır" yanıtı kötü sonuçlar doğurabilir. Kabul
edilmesi ise kendilerini, bin türlü güçlük arasında dahi, demokrasi ve
özgürlük yoluna sokmak isteyen o Müslüman ülkeler için önemli bir örnek
olabilir.
Masum rehinelerin köktendinci
teröristler tarafından acımasızca öldürüldüğü ya da bu riskle karşı
karşıya oldukları bir dönemde, müslüman bir ülkenin AB’ye muhtemel
entegrasyonu konusunu tartışmak tabii ki tüyler ürpertici. Ancak sağduyu
da terörizme, "demokrasi yönündeki uzun yürüyüşünü tam da
Avrupa’nın itici gücü sayesinde tamamlamakta olan Müslüman çoğunluklu
bir ülkeyi AB'den geri püskürtmek" gibi bir zaferi tattırmamayı
gerektirir.
|