T.C. Roma Büyükelçiliği

Ambasciata    di Turchia -

-    Turkish Embassy

 

Renato Brunetta: «Avrupa sadece karlı çıkar»,

Il Sole 24 Ore, 06.10.2004

Son dakikalardaki gerginliklere rağmen bugün Avrupa Birliği yeni bir tarihi döneme daha başlıyor. Komisyon Türkiye’nin katılım müzakerelerinin başlamasına olumlu yanıtını vermek durumunda. Bilahare, Türkiye’nin Avrupa’ya doğru yapacağı uzun (ama çok uzun değil) yürüyüşün başlangıç tarihini saptamak veya saptamamak kararı Aralık ayında gerçekleşecek Avrupa Konseyi’nde 25 ülke Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından verilecektir. Türkiye’nin AB’ye giriş “dosyası” biçimsel açıdan yenidir. Türkiye, katılma talebini 1987’de sundu, fakat ona 1999’da ancak “aday ülke” statüsü verildi. Gerçekte ise, Türkiye ikinci dünya savaşı sonrasından beri tarihini Avrupa’nınkine -Eski Kıta'ya- bağladı: 1949’da Avrupa Konseyi'ne katıldı; 1952’den beri NATO üyesidir; Bilahare OECD ve AGİT’e katıldı ve 1996’dan beri AB ile gümrük birliği rejimi içinde. Yani Avrupa Birliği onun doğal siyasi ve ekonomik tercihlerinden kaynaklanan bir yönelim olup, bu yönelimin hızlandırılması ve kolaylaştırılması iyi olacaktır. Bunun için de Komisyon ve Konseyin, Türkiye’ye kapıları kapatmak için bahaneler ve istisnalar bulma arayışını bir tarafa bırakarak, katılım müzakerelerinin başlaması için bir tarih saptaması gerekmektedir.

Bunun pek çok nedeni vardır. Türkiye’nin katılımının jeopolitik açıdan sağlayacağı faydalar zaten bilinmektedir. Herşeyden evvel tüm müslüman ülkelere bir model sunmak üzere mevcut tek islam demokrasisini kuvvetlendirmek gerekmektedir. Türkiye, jeostratejik açıdan, Orta Doğu, Güney Kafkasya ve Orta Asya arasından temel bir kavşak oluşturmaktadır; ayrıca askeri kapasitesi Avrupa güvenlik ve savunma politikası için önemli bir destek oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, eğer Avrupa dünya sahnesinde bir güç olarak ortaya çıkmayı istiyorsa Tükiye’ye doğru genişlemesinden sadece kazançlı çıkacaktır. Bu da yeterli görülmezse, Avrupa “hayır” cevabının yol açacağı Türkiye ile Rusya veya İran arasında varılabilecek muhtemel ittifakların getireceği riskleri değerlendirmek zorunda kalacaktır.

Özellikle uzun süreçli ekonomik stratejilerin doğru ve bilinçli şekilde değerlendirilmesi açısından Türkiye ile katılım müzakerelerine hemen başlanması gerekmektedir. Türkiye, herşeyden önce Avrupa’nın temel ihtiyaçları için gerekli enerji hatlarının geçtiği ülkedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı aracılığıyla, petrol ve doğal gaz rezervleri açısından zengin Hazar Denizi ile Avrupa arasında doğrudan bağlantı sağlanacaktır. Petrolün yüksek maliyeti karşısında Avrupa için tedarik alternatifleri bulmak kaçınılmazdır. Orta Doğu'daki istikrarsızlık ve Yukos sorunun olduğu Rusya siyasetin, enerji sektörünün kaderini ne denli belirleyebildiğini bariz şekilde göstermektedir. Transit ülkesi oluşundan ve Orta Asya ülkeleri ile sıkı ilişkilerinden dolayı Türkiye, Avrupa'nın enerji güvenliği için hayati bir ortaktır.

AB için diğer bir avantaj ise Türkiye’deki demografik gelişim ve buna bağlı olan göçmen akımlarıdır. Türkiye’nin AB’ye katılımının yaratacağı etkileri tahmin etmek güçde olsa, yaklaşık 2,7 milyon kişinin AB ülkelerine geleceğinden bahsediliyor. Bir taraftan daha önce Avrupa ülkelerine gelen Türklerin kendi ülkelerine dönüşünü, diğer taraftan da Türkiye’deki nüfus artış oranının 1970’lerdeki %3,5’tan halihazırda %2,5’a düştüğünü gözönüne alırsak, bu rakamın son derece mütevazi kaldığını görürüz (AB nüfusunun %0,5’i). Ayrıca, Türkiye’den gelebilecek göç, Avrupa’daki nüfus azalışını ve buna bağlı olan işgücü açığını da dengeleyecek ve iş sektörünün ihtiyacını hiç olmazsa kısmen garanti altına alacaktır. Entegrasyon sorununa gelince, Avrupa’da halihazırda yaklaşık dört milyon Türkün yaşıyor olduğunu vurgulamanın yanısıra, kalifiye Türk iş gücünün öncekilere nazaran daha az sorun yaratacağının da söylenmesi gerekir.

Türkiye’nin katılımına karşıt görüşlerin ekonomik özelliklerden kaynaklandığı doğrudur. Avrupa Birliği Komisyonunun Hollandalı Komiseri Frits Bolkestein bölgesel yardımlar ile tarım sektörüne destek konularında Türkiye’nin Avrupa’ya girişinin yaratacağı etkiye dikkatleri çekti. Ancak, Türkiye ekonomisi ile ilgili bazı veriler küçümseniyor. AB’nin halihazırdaki üyelerinin ürettiği mal ve hizmetler için 70 milyon kişilik bir pazarın (205o’de neredeyse 100 milyon) mevcut olduğu gözardı edilmemelidir. 2001 yılındaki krizden sonra, borç, bütçe açığı ve enflasyon yavaş yavaş düşürülürken, ekonomi hızla düzelmekte ve %7'lere yakın bir oranla büyümektedir. Kişi başına düşen GSMH bugün bile 2007’de AB’ye katılmaları öngörülen Bulgaristan ve Romanya’nınkine yakındır, işsizlik oranı ise Avrupa ortalaması kadardır. Son olarak, katılım müzakereleri ile başlayacak süreç, Türkiye ekonomisine yeni bir ivme kazandıracak, dengeye kavuşturacak ve Hükümet'de yapısal reformları sürdürmeye mecbur olacaktır.

Müzakerelerin açılmasına tek bir engel kalmaktadır: Bu da “Kopenhagen siyasi kriterleri” olarak adlandırılan koşullardır. Komisyon raporu, Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakan olmasından bu yana Türkiye'de Avrupa standartlarına doğru gerçek bir yakınlaşma olduğunu kabul etse de, marjinal bir belirsizlik içermesi sert tutumlu bir üye devletin 17 Aralık’taki Avrupa Konseyi'nde müzakerelerin başlamasını veto etmesine imkan tanıyacaktır. Bu bakış açısıyla, gerçekte müzakerelerin açılışına değil, Birliğe katılıma, yani katılım anına odaklanılarak, Kopenhagen kriterleri sadece bahane olarak kullanılmaktadır. Herhalükarda, Kopenhag kriterleri kapsamında Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti tüm diğer hükümetlerden daha çok reform onaylamıştır.

Komisyon'nun tavsiyesinde, müzakere sürecine ilişkin sert koşullar ileri sürülmesi de diğer güçlü bir tehlikeyi oluşturmaktadır. Eğer raporda, katılıma doğru katedilecek süreç boyunca dikkatli ve sürekli bir izleme gerçekleştirilmesi kaçınılmaz hale getirilir, katılımdan önce müzakere fasıllarına göre yasaların uygulanması istenir ve müzakereleri askıya alma gibi hususlara yer verilirse, bu önceki genişleme usullerine nazaran farklı bir uygulama yaratır ve Türkiye'ye karşı haksızca uygulanan bir ayırımcılık teşkil eder. Tüm bu gelişmelere hem Türkiye’den, hem de Avrupa’dan gelecek sert tepki de eklenirse, bu sürecin yokolma riski doğar. Halbuki her iki taraf içinde de mevcut radikal görüşleri yoketmeyi amaçlayan ve herkes için kazanım oluşturacak süreçlerin, zamanlaması doğru bir işbirliği içinde hayata geçirilmesi gerekmektedir. Sonucu pozitif olan strateji oyunlardaki gibi, Türkiye’nin Avrupa’ya girmesi hem bizim, hem de onların çıkarınadır.

  

T.C. Roma Büyükelçiliği, harici web sitelerinin içeriğinden sorumlu değildir
Copyright © 2004 Turkish Embassy, Rome-Ambasciata di Turchia, Roma