(Geçen sayıdan devam…!)
Öncelikle haftayı bekleyemeyip
üzüntümün menşeini merak eden ve de Nino’yu yakışıklı bulan bir
takım okuyucuma sevgilerimi sunuyorum. Açık Site içinde, canımın
istediğini yazdığım şuncacık kısa yazı hayatımın gidişatından da
anlamış bulunuyorum ki, özel hayat olunca reyting yükseliyor!
Son mektup böyle
bitiyordu...
Neyse, bugün yapmak istediğim ne daha
bilmiyorsunuz. Yaslanıp ağlayacağım omuzlar bulmak.
Yenilerini. Günlerdir Nino’yu tanıyan tanımayan herkese
anlatıp duruyorum bu olanları. Herkes ilgilenmesine
ilgileniyor da, gözlerinde biraz tuhaflık da sezmiyor değilim.
Yani, “Aklın neredeydi… aklını peynir ekmekle mi yedin…”
gibisinden akla mantığa yakın yaklaşımlar oluyor tabii bu
insanların bakışlarında.
İstediğim en son şey
oysa, akıl. Çünkü benim sevinçlerimin ve acılarımın içinde
aklın hiç mi hiç yeri yok.
(Ertesi
günlerde)
“Size bu şok haberi
vermek bana düştüğü için üzgünüm. Saygıdeğer Don Vincenzo ve büyük
oğlu Antonino maalesef yıllar önce öldüler. Aile evinde Luciano
(küçük kardeş) ve Signora Rachaela yaşıyor.” İmza Francesco Politi.
Ölmüş, Nino ölmüş. Ve ben
öylece kalıveriyorum olduğum yerde. Ve de ben neden her yere çok geç
kalıyorum, neden?
Postamda İtalyanca mesajlar
birikmekte. Baş sağlığı mesajları. Tatsız haberler verdikleri için
üzgün olduklarını anlatanların yazdıkları.
Beni tanıyanlarsa işi iyice
uzatıp hesap soruyor.
Hani gelinimizdin, hani
canımızdın ciğerimizdin
Birileri beni canevimden
vurup duruyor. Haddimi bildiriyorlar. Öyle bir fırsat verdim ki
ellerine, yani bu kadarı da olmaz dedirttiriyordur insanlara. Hem
öylece yüzüstü bırakıp gidecek, hem de yıllar sonra bir şekilde yine
ortalara çıkacaktım haa; ağzımın payını alacaktım elbet. Nasıl da
cesaret etmiştim tekrar oralara kadar burnumu sokmaya? O saygıdeğer
insanların acılarına taa nerelerden karışıp da daha daha acı
yaşatmamın anlamı neydi?
Neyse ki, insaflı davranan bir
sokak komşumuz geçen yazının sonunda söz verdiğim şenlikli
günlerimizden söz etmiş bana. “Öylesine anılar işte,” diyor, “içinde
seni hep dün gibi hatırladığımız.”
Anıların en güzelleri
sabahların erkeninde dağa çıkmalarımız. Nino, ben, Mario, Maria ve
Luciano’dan oluşan takımın başı Greco. Greco hepimizi uyandırıyor ve
arabaya doluşup dağ yoluna varıyoruz. Sonra sıra halinde tırmanışa
geçen bizim aile, muhteşem bir dağ kulübesinde soluklanıyoruz. Süt
taptaze sağılacak, yumurta tavuktan alınacak… Zeytinyağın hası,
zeytinlerin çeşidi… O lezzette peynirleri bir daha nerede
yiyebilirim? Salsiccia lar* acılıdan acısıza çeşit çeşit.
Ekmekler sıcacık… Nefis şaraplar… Böylesi bir kahvaltı
görülmemiştir.
Dağlardan ellerimiz kollarımız dopdolu,
sepetlerle iniyoruz her zaman. Kırmızı dağ yemişleri ben ve
Maria’nın meselesi. Diğerleri suları şırıl şırıl akan ve bol
yağış alan bu dağlarda her mevsim olan mantar ve salyangoz
topluyor. Toplanmasına karışmıyorum ama iş yemeye gelince öyle
bir yiyorum ki aklınız durur. Mamma Rachaela mantarları ızgara
yapıyor. Her bir mantar, yanyana gelen iki elimden büyük
neredeyse. Tadı da güzel bir T-bone’la yarışacak kadar
leziz.
Yeşilliklerden
aşağı Cittanova
Salyangozlar üç su haşlanıyor
yemek olmadan önce. Böylece sümük gidiyor, böcek kalıyor. Bu
böcekler bizim evde kırmızı sosta bol acılı pişiyor. Zaten bu aileye
karıştığımdan beri acıya alışmam gündemde. Dozu gittikçe
artırıyorum. Tam bir güneyli gelin.
Bu da bizim
prolongée
Dağlara iniş çıkışlarımız
düğün zamanları yoğunlaşıyor. Cittanova’da keyifli günlerin başında
düğünler var ve de oralarda düğün organizasyonu kolay iş değil.
Çünkü bizim evlendirdiklerimiz ya çok fakir ya da anlattığım kız
kaçırma olaylarının sonucu. Yok öyle tak tak, “coctail prolongée,
istakozlar aman kokmuş olmasın, pasta gökdelen misali, sandalyelerin
de arkasına yaldızlı fiyonklar bağla, kaç para?” diye sormak tabii
ki. Zaten böylesi yerler de yok oralarda.
İş başa düşüyor, mahallemiz
film gibi oluyor.
Düğünü yoktan varetmek önemli.
Böylesi de dağlardan toplanan, denizden tutulan, evlerden
açılanlarla mümkün oluyor. Herkes yollara koyuluyor, kendi evinden
yapıp çıkaracağı yemek malzemesinin peşine düşüyor. Dağlardan
toplanan binbir çeşit otla yapılan börekler poğaçalar, mantar ve
deniz ürünleri ile yapılan tepsi tepsi pizzalar, her evden o yıl
yapılmış taze salsiccia lar her zaman mönüde var. Zamanıysa
bağ bozumu taze şarap, yoksa fiasco lar,** her ne ise, bir
heves hazırlanıyor.
Nikâhlar burada
kıyılırdı.
Bir de gelinlik bulup temiz pak giydirdik mi
kızı iş tamam. Masalara pırıl pırıl örtüler seriliyor ve envai
çeşit yiyeceklerle bezenip kuruluyor sokak boyuna; gitarlar
çalınıp şarkılar söyleniyor, müthiş eğleniyoruz.
Tabii çocukları
evlendirilen aileler de bu işlerden çok memnun. Hatta sık sık
Don Vincenzo’nun önünde durup selam verme fasılları var ki,
işte bu çok komik. Greco’ya birkaç metre aralıkla tüm aile
sıraya diziliyor ve el ele tutuşup bir öne adım eğil, bir
arkaya adım dur. Tekrar bir öne eğil ve böylece birkaç ön arka
reverans yapılıp huzurdan ayrılınıyor, biraz sonra bir
daha.
Şimdi bana Nino’yu ne
yaptın demekte haklısınız tabii. Lafı kaçırıp duruyorum,
yüreğime daha daha acı vermek istemiyorum. Saklanıyorum işte…
Şimdi hesap
zamanıdır
Sevdamız tekliyordu. Sevdamıza
gereken özeni göstermiyordum. Gözümü başka boyalar boyamıştı ve
hatta sevdamızın arasına reklam almıştım.
Derken baktım ki, program
bitmiş reklamlar uzadıkça uzuyor. Ben de kalktım reklamların
yayınlandığı Londra’ya doğru yola çıktım. Yeni bir aşkın, pırıltılı
bir yaşamın peşine.
Bunu da oturta oturta söyledim
üstelik Giurato ailesine. Yıllarca bana da aile olmuş o insanlara,
“Ben böyle yerlere layık değilmişim,” dedim. “Londra’lı bana
kucaklar dolusu güller gönderiyor,” dedim. “Adamın işi gücü dünya
çapında, Nino gibi kılıç oynamıyor,” dedim.
Enine boyuna kırdım Giurato
ailesini, bütün köprüleri de yaktım. Zaten hep böyle yaparım. Kimin
canı ciğeri olsam arkama bakmadan kaçasım gelir. Bir çeşit ilgi
bunalımı rahatsızlığım var, teşhisim bu!
Sonra görüştük görüşmesine ama
bu yazı burada biter.
Beni çok çok üzen, ölüm
nedenini çok sormama rağmen kimsenin söylememesi. Bunu sana
söylemesi gereken tek insan Mamma Rachaela’dır diyorlar ki,
cesaretim yok.
Var mı ağlanacak
omuz?
* parmak
sucuk misali domuz salamları** tombul gövdeli uzun boyunlu taze şarap
şişeleri
Uzun
Uzun
- Maksadım
Digiturk’ün kesesinden kanal kuran Levent Kırca’ya bu işten ne
kazanacaksın diye hesap sormak değil. İşleri bir sürü işsiz
güçsüze beş kuruşa yaptırıp malı götüreceğinin sinyallerini
vermesini eleştirmek istiyorum. Kırca, hakkını yememek gerek,
kadrosuna yıllarca yaz kış demeden iyi maaşlar verdi. Artık
kadro eskidi, verilen paralar gittikçe büyümeye başladı.
Üstelik bir TV kadrosu tiyatro veya dizi kadrolarına benzemez.
Şimdi yeni yetenekler aramak zamanı ve bu yolda yüzlerce
insanı toplamış karşısına. Yeteneğine güvenen de orada, aç
açıkta olan da. Kırca kanalında ünlü olmanın hayalleri
günlerce gecelerce kurulmuş belli ki. Herkes kayıtlanıyor,
herkesin ağzına bir parmak bal. Haberlerden gördüğüm, Kırca
herkesle çalışacak! Bence de herkes keşfedilmek yoluna bedava
çalışacak, Levent Kırca - Oya Başar yiyecek. Tabii Mehmet
Barlas da bulur arada yolunu.
-
Baykal, övünmek gibi olmasın benim de mensubu bulunduğum burcu
methederek, “İstikrarlı bir insanım. Terzimi de değiştirmem,
berberimi de,” dedi ya. Sevindim ki, anlatamam. Bu berber
meselemiz tuttu. Ben de berber faslından Divan’ın Osman’ından
başkasını bilmem. Temiz kalpli, esprili, sabırlı, merhametli,
yardımsever, hayvan-doğa sever ve mantığından çok duygularına
güvenen huylarımız da eminim tutuyordur. Ama ya sessiz ve
derinden gidişlerimiz, kinciliğimiz, dikkatsizliğimiz,
etrafımıza duvar örmemiz, terbiyeciliğimiz? Hele kahkahalarla
gülerken ağlayıp, melankolimizin orta yerinde göbek atmaya
başlamamız yok mu, vallahi adamı deli ederiz. Yengeç’lere
beyaz gül gönderin. Sinirlendiklerinde ayaklarını suya sokun.
Koç, Terazi ve Oğlak’sanız yanlarına sokulmayın.
Kısa Kısa
Hazırol, tüfekler omza, ateeş… Edirne
Sazlıdere’de UFO avından bir
sahne.
Laylaylaylaylaylaylaylay Feeeeenerbaahçe
Baybaybaybaybaybaybay
Feeeeenerbaaahçe.
Erman Toroğlu sosyal içerikli program
sunacak. Savaş çığlıkları ile sunarsa çok sosyal
olur.
Gömülmesi zaman aldı, mezhebi yoktu.
Bizi affet Sami
Hazinses.
Lorant’a Alman köylüsü diyorlar.
Futbol asillerin oyunu
mudur?
Polis köpeklerine sertifika verildi.
Sevindiler umarım.
Org. Toron Sezen Aksu konserinin tarihini
şüpheli buldu. Şüpheli tarih cuk oturdu, seneye de
isteriz.
Mumcu, "AKP’ye kendim için geçmedim."
Kim için geçmiştiniz?
Tatlıses gazetecilere bir avaza
bağırıyor, “Şerefsizleeeeer." Çocuklar da yazık,
ekmek parasına dinliyor.
Hem
Emine’yi taşlayacaklar hem de dünya güzellik yarışması o
ülkede olacak ha? Haaaa?
Çöplüklerde bulunan bacaklar tıbbi atık.
Sünnette kesilen parçaya sahip çıkıp bacağımızı
hastanede bırakıyoruz.
Cem taş üstüne taş koyana kul köle
olacak. Gecekonduculara mı göz
kırpılıyor?